Bugun...


Salih Tayyaroğlu

facebook-paylas
(AB) MACERAMIZ ve BU BİRLİĞİN BİZİM ANLAMAK İSTEMEDİĞİMİZ ÇÖKÜŞÜ…
Tarih: 05-11-2016 15:27:00 Güncelleme: 05-11-2016 15:27:00


(AB) MACERAMIZ ve BU BİRLİĞİN BİZİM ANLAMAK İSTEMEDİĞİMİZ ÇÖKÜŞÜ…

Salih TAYYAROĞLU

Çökmekte olan yaşlı Avrupa’nın ömrünü uzatmak için kurulan birlik, bir çare olmaktan çıkmıştır. Biribirine aslında hasım veya düşman olan bu devletleri bir araya getirmek ekonomik olarak güçlendirmek, yok olmaya yüz tutmuş Avrupa’nın derdine kalıcı bir derman olmadı. Ancak AB’deki büyüklerin çıkarlarını bir süre artırdı, o kadar.

Beklenen birliğe ulaşamayan yaşlı Avrupa krallığı çökmüştür. Yaşlanan, birbirine düşman Avrupa Devletleri ömürlerini uzatmak, ekonomilerini ayakta tutmak için Ortak Pazar adı altında bir ortaklık örgütünü kurdular. Bu örgütün gayesi, hayatlarının tüm kesiminde güç birliğini sağlamaktı. Ekonomik, askeri, siyasi, sosyal ve hayatın bütün kısımları için güç ve kuvvet birliğini sağlamaktı. Bu anlaşmadaki birliğin adı değiştirilerek sonradan adına Avrupa Birliği denmişti. Kendi aralarındaki tarihi niza ve husumetleri atlayarak bize sağlayacaklarının sadece küçük bir kısmını kritik edelim istedik.

 

İTTİFAKLAR ALEYHİMİZE İŞLERKEN…

Avrupa Birliğine ortak olan devletler, aralarında değişik kurum ve kuruluş kurmuş, Avrupa’yı örgütlemişlerdir. En önemlilerinden birisi, Avrupa Gümrük Birliğini kurmuş olmalarıdır. Bütün üyeler, kendi aralarındaki ihtilafları unutarak bizim aleyhimize olan icraatlarında, üyesi oldukları kurumlarında bir birini desteklemişlerdir. Bunun en canlı örneği, hem Birleşmiş Milletlerin,  hem de NATO’nun, Gümrük Birliğinin arkasında olmasıdır.

(O Gümrük Birliği ki 1996 yılında imzalandığında herkesin bayram ettiği anlaşma olur. Bize 200 milyar doların üzerinde zarar veren bu felaket tuzağı; REFAH-YOL Hükümeti döneminde, Başbakan Çiller tarafından imzalandı. Çiller’in bu ‘kazığına’ rağmen partiler ve belediyenin topladığı kalabalık, Esenboğa’da “Ankara’nın Fatihi Geldi” diyerek davul-zurnalarla karşıladı. 5 yıl sonra da bizde çok ciddi bir kriz meydana geldi, döviz fırladı gitti. Esnaf harab oldu. Türk pazarları Avrupa mallarına sınırsız açıldı. AB bundan çok kârlı çıktı. İktisadi bağımsızlığımız bu GB anlaşmasıyla sona erdi. Kapitülasyonları aratır oldu, verilen AB’nin bütün ülkelerine verildi. Ayrıca;

*Türkiye bu GB protokolünü kabul ederek, AB’ne dış ilişkilerimizi yönlendirme hakkı verdi.

*Türkiye, GB girerek AB bilgisi olmadan, başka ülkelerle anlaşma yapmamayı kabul etti.

*Türkiye, GB girerek kayıtsız şartsız AB’nin, GB için yasalarına paralel yasa yapmayı kabul etti.

*Türkiye, GB girerek tek hâkim olarak Avrupa Adalet Divanını kabul etti.

*İthalat ve ihracat kotalarımızı AB belirler oldu. Avrupa’nın Güçlü müteşebbisleri ülkemize girdi, yerli olanın önünü tıkandı. Her ülke ekonomi ve endüstrilerini korumaya yönelik sert tedbirleri alırken, biz ithalatı kendi aleyhimize, AB lehine serbest bırakmış olduk.

*Pazarlarımızı AB ülkelerine gümrüksüz açtık.  Mal kalitesiyle rekabet edemez olduk.

*Biz ham maddeyi onlara satacakmışız, onlar da mamûl maddeleri bize ikram edeceklermiş(!) halinde algı oluşturuldu. Ama sonunda bizim kârlı olacağımız(!)yutturuldu. –Üniversitenin birinde bir öğrenci GB’ni bir türlü anlamaz ve sınıfta hocaya tekrar tekrar sorar. Hoca: “Türkiye’nin 5 liraya sattığını, 2 liraya satmasıdır evladım” cevabını verir. Böylece konu anlaşılmış olur! AB, Azerbaycan’a ambargo uygulayacak olsa Türkiye’nin buna uyma mecburiyetinin olduğunu da sonradan öğrenir!-

*Bütün bu taviz ve tek taraflı teslimiyete rağmen birliğe alınmadık.)

İşte yaltaklanmamızın özet sonucu budur!

Görüldüğü gibi mesele Türkiye olunca, bütün müttefiktirler firesiz bize köstek olurlar! Birçok kurum ve kuruluşuyla en kritik zamanlarda Türkiye’nin karşısında yer alırlar. Yeri geldiğinde NATO ve Birleşmiş Milletler (BM), Türkiye’ye karşısı cephe almıştır. Kıbrıs olayında, her ikisi de Yunanistan’ın yanında yer almış, Türkiye’ye ambargo uygulamışlardır. Geçmişte ve bugün, NATO’nun yanımızda yer alması gerekirken, bizi kavgaları için sopa gibi kullanıp bırakmıştır. Birkaç cilalı sözle de yağlamıştır. Ama geçmişten günümüze kadar bütün NATO ülkeleri, Türkiye’nin varlığını tehdit eden terörün yanında yer almıştır! Bunlar, teröristlere; maddi, manevi, eğitim, siyasi ve himaye desteği vermişlerdir, hâlâ da vermektedirler. Ayrıca ne garip haldir ki; Soğuk Savaş döneminde, hem NATO ülkeleri, hem de Varşova Paktı devletleri, PKK ile beraber olmuşlardır.

 

DOSTLUK(!), TERÖRE DESTEK VERMEYİ GEREKTİRİR OLMUŞ…

Türkiye’nin AB giriş müracaatı 1954 yılıdır. Fakat AB Türkiye’yi bu güne kadar bekleme odasına almıştır, üyeliğe kabul etmemiştir. Bu bekletme sürecinde de AB, her zaman, Türkiye düşmanlarının yanında yer almıştır. Hatta Türkiye’ye düşmanlık da yapmıştır. Ülkemizi parçalama emellerini çoğu zaman gizlemez duruma gelmişlerdir. AB’ne ait devletlerin mensupları; Bölücü Terör Örgütü PKK’ya her fırsatta, insan gücü ve silah, maddi destek, istihbarat desteğiyle yardımı yapmaktadırlar.

AB’nin hazırladığı Yıllık İlerleme Raporundaki kararlarla, PKK’nın Beşinci Kongresinde almış olduğu kararların maddeleri ne gariptir ki, birbirini aynısıdır ve örtüşme durumundadır. Bu demektir ki; PKK, Kandilde aldığı kararlarını, AB’ne sunmaktadır! AB de bu hain kararları Türkiye kamuoyuna dikte ettirmektedir! Yani Türkiye’ye bu kararları dayatmaktadır. Derler ki, “Şu madde AB’ne Uyum Yasalarına uymamaktadır. Bu maddeleri değiştirin! Siz ancak o zaman AB’ne girebilirsiniz!”.

Bu pervasızlık, bir iyi niyet hali değildir, ortaklık hukukuna ve ahlâkına uymaz.

AB’nin hedefi Türkiye’yi zayıflatmaktır ve parçalamaktır.

Şaşırmayalım; Türkiye Müslümandır. Avrupa’nın tarihi düşmanıdır.

AB, Türkiye’yi güçlü bir şekilde aralarında görmek istemez. Bizim iskeletine taliptir… Söze değil, göze bakabilenler, bu ortaklarımızın gerçek niyetini zaman kaybetmeden anlardı!

 

ORTAK PAZAR, OLMASIN MEZAR

“Ortak Pazar, Millete Mezar” sözünü duymayanların günahını acaba hangi tövbe temizler?!

AB de zaten kısa zaman sonra parçalanacaktır! Bu dostlarımızın kendinden başkasını sevmeme huyları yoktur. Beraber iyi olalım arzusuna yabancıdırlar. En iyi bildiği “almak; ama vermemektir”. İnsanlığa hizmet etmek değil, sömürmek onları mutlu eder. Bu nedenle bilinmelidir ki, artık Avrupa’nın Türkiye’ye vereceği bir şeyi yoktur ve kalmamıştır. Avrupa’da çok şey durma noktasındadır. İşsizlik had noktasında! Bu gün Avrupa tükettiği enerjinin ancak % 16’sını kendisi karşılamaktadır. İhtiyacının  % 84’ünü ise dışardan ithal etmektedir.

Türkiye, bu safhadan sonra aklını ve gücünü doğru kullanmalıdır. Barışı ilke edinmiş bir dış siyaset ve gelişmekten sapmayan iç siyasetle yoluna devam etmelidir. Elini kolunu bağlayan, gücünü bloke eden yapıların hegemonyasından kendini silkeleyerek kurtarmalıdır. Gerçeğini göstermeyen, egoist, çıkarcı, emperyalist emellerin tuzağına düşmemeli, kurbanı olmamalıdır.

Artık ihtiyar Avrupa’nın Türkiye’ye vereceği bir şey kalmamıştır. Kendisi gerçekten hastadır. Medeniyetiyle, kültür kaynaklarıyla huzur verememiştir. İnsanlığının arayışındadır.  

Hiçbir alacağını adaletle alamadığı bir yapı içinde, Türkiye’nin Avrupa’ya ihtiyacı yoktur. Bu bir rest çekme değildir. Tespittir. Ama Avrupa’nın Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Bu da bir gerçektir. Aklından, gücünden, coğrafyasından ve tarihinden habersizlere söyleyecek sözümüz yoktur. Demokrasimizi işlemez kılan, bobin tuzaklarını ve devşirmelerini millet hayatımıza kara bulut gibi salan gücün, bize ne insanî, ne de iktisadî anlamda vereceği bir şey yoktur. Hukuku da bizi dışlayıcıdır. O eşiklerde eşit bir temsil hakkımız bile yoktur!

1071 Malazgirt meydan muharebesinden sonra bize Anadolu kapıları bir daha açılmıştır. O günden sonra Hristiyanlar, Şark Meselesini ortaya atmıştır. Şark Meselesi: Hristiyanların, Müslüman Türkleri Anadolu’dan Asya’nın bozkırlarına geri atma yeminidir, idealidir!

Kendilerinden önceki Anadolu’ya sahip olan Türkleri (Anadolu’da işgalci değil/önceki sahipleridir. Yeni tarihî belgelere göre) güya sonradan geldikleri Orta Asya’ya geri sürülmeleridir.

Bütün savaşlarını Müslümanlar üzerinde icra etmesi, hep bu gaye içindir.

Haçlı seferleri bu gayeye yöneliktir. Balkan Savaşları, Uzak Doğu, Ortadoğu ve Afrika Savaşları bu gayelere yöneliktir. Milyonlarca insanın kanının akıtılması bu gaye içindir.

AB’nin bize düşman olmasının ve bizleri AB’ye almamasının temel sebebi bu gerçeğe dayanmaktadır. Bu sebepleri biz unuturuz, bizim eğitimimiz bize unutturur! Ama onlar asla unutmaz! AB’nin bize düşman olmasının siyaseti; kültürel ve tarihi emelleriyle besleniyor. Sonuçların, bakış açılarının sebebi bundan kaynaklanmaktadır.

 

 

ÇARE: ÇAREYİ KARARTANLARIN YOLDAN ÇEKİLMESİDİR

Türkiye, İngiltere gibi hesaplarını doğru yapmalı ve AB’den en kısa zamanda ayrılmalıdır. Çünkü dayatmaları, himaye ettikleri şer unsurlar, artık çuvala sığmaz düzeydedir. İktidar ve iktidar unsurlarımızın dünyanın geldiği şartları bilip, milletimizin varlık ve çıkarlarını muhafaza mecburiyetleri vardır. Kendi ikballerini, milletin istikbaline feda edecek bir haysiyet sınavında olduklarını unutmamalıdırlar.

Sayın Erdoğan ve Sayın Yıldırım da İngiltere Başbakanı Cameron gibi görevinden ayrılmalıydılar. Vicdanları rahatsız eden bir tutum karşısında “milletin gerçekten adamı” olmalıydılar.

Türkiye, Avrupa ile ilişkilerini noktalayamaz ve askıya almazsa bile asgariye indirmelidir.

Bütün ittifaklar dâhil olmak üzere her bağı koparmalı, gözden geçirilmeli, NATO’nun gizli unsurlarına feda edilecek parçamızın olmadığı ispatlanmalıdır! Adı belli, göz kırpılan, görülmeyen, beslenen bütün “iç-dış paralel yapılara” karşı milletimiz bilinçlendirilmeli. Adalet ve varlık şartımızdan ödün vermeden tedbir almak durmalıyız.

Türkiye kuşatma altındadır. Milletimiz bu kuşatmayı bilmeli ve direnmelidir.

Ekonomimizin %80 ‘i adamların elindedir. Teslimiyet politikalarının bizi sürüklediği badire tehlikelidir. Demokrasi; daha iyiyi bulmaya açık olmaktır. Demokraside pislikleri halının altına süpürmek yoktur. Hiçbir iyi hâle hukuk olmadan kavuşamazsınız.

Avrupa’ya bize, biz de Avrupa’ya yol vermeliyiz. Böğrümüzdeki hançerli eli sökmelidir. Türkiye, kendini keşfetmeli ve kendi yağı ile kavrulmalıdır. Zaruri işbirliklerini de hükümranlık haklarını koruyacağı, aleni sözleşmelerle, karşılıklı hakları temel alarak sürdürmelidir.

 

EMPERYALİZM, MEMURLARINI ve DEVŞİRMELERİNİ HEP KORUR!

Eğer milletimizden saklı diyet borcunuz yoksa ve hâkim unsurların tezgâhıyla varlığınızı sürdürmüyorsanız, başarmak çok kolaydır. Ama tersi ise, işimiz zor. Bu milletin evlatlarını emperyalizmin memuru değilse kuşatmaları kaldırmak imkânsız değildir ama zordur. Allah bu göstermelik demokrasi oyununu musallat kılanların halini anlama iradesini bize nasip etsin. Dünyadaki en iyi olan, tam ve gerçek demokrasiye gidecek yolu arıyoruz. Ehliyetlere açık ve gerçekten “Hâkimiyet Kayıtsız ve Şartsız Milletindir” ilkesini icraya muktedir hâli istiyoruz.

Tabi bu mutlu neticeye ermeye uygun çabamız varsa olur. Demokrasi ve hukuk varsa olur!

Fakat derler ki: Sahte Demokrasilerle, öncelik toplumun sürüleştirilmesidir. Sonra da bu sürüler, ‘Kutsal Yönetici’ lerinin köleleri olduklarını bilirler, ama acısını hiç hissettirmezlermiş. Hallerinden yapılan küçük kıyaklardan dolayı bilakis daha memnun görünürlermiş. Taraf olurlarmış, efendileri için kavga ederlermiş, kırıntılar için yalvarırlarmış, çoluk-çocuklarına aş kapısı için eşiklere yüz sürerlermiş. Ama bunlar iyi insanlarmış, gerçek hallerini anlama gibi bir istekleri ve dertleri yokmuşmuş… Okumuş olsalar, idareci ve akademisyen olsalar bile bu böyle olurmuş. Zira soran, sorgulayanlarla “Piramitler yapılamazmış!” derler.

Kölelerin efendilerini sevmekten vaz geçmeleri zor şeymiş”, derler.

Daha çooook şey derler. Başınızı ağrıtmayayım. Kısa keseyim. Bekleyelim ve görelim isterseniz.

Hiçbir tedbiri almayıp, sadece “Sonumuz hayır olsun”, duası, tasdik edilen imana terstir. Duanın edebine hakarettir. Ama “havale edince, uyutucu değer haline gelir” derler…

Sizde, çevrenizde bu dilek ve posta memurları var mı?

Anlayın ki, işimiz kolay değildir. Asla bu kuşatmalar, bize; ne yenilgi, ne de bitmişlik korkusu veremez! Sözün sonunu da diyelim mi? Ülkemiz;

“*Akıllı ve duyarlı devletin mensubu olduğunda,

*Milletine bağlı ve milletle barışık devleti idrak ettiğinde,

*Katılımcı demokrasiyi uygulayıp korkulardan uzaklaşıp bilgi ve sanayi toplumuna yöneldiğinde,

*Hukuka bağlı, hukukun üstünlüğünü kılavuz bilen bir devlete eriştiği gün (ki o gün uzak değildir) Türkiye, insanlığın hatırı sayılır gücü olacaktır” . Ne kadar kolaymış kendimiz olmak, değil mi?

Öyleyse aziz kardeşim ve büyük milletim! Sayın Aykut Edibali’nin dediği gibi; “Kalk, inan ve Muhteşem Türkiye’nin şerefli kurucuları arasına sen de katıl!” kardeşim.  Bilelim ki; dünya bizden gafil seyretmenin yani Türk devlet ve medeniyetinin öncü olmasının ıstırabını çekiyor.



Bu yazı 6509 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
GAZETEMİZ

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
HE_20c42d8da2bd0cbd961d4bfbbd8f2b13.php
YAZARLAR
Henüz anket oluşturulmamış.
nöbetçi eczaneler
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI